Ahiretleri hakkında ilahi bir teminat bulunan tüm peygamberler, sürekli olarak “korku ve ümit” duyguları arasında ilahi rahmete sığınmışlardır.
Bu yüzden;
Peygamberler, görevlerini hakkıyla yerine getirip getirmediklerinden dolayı sürekli bir sorgulanma endişesi taşırlar.
Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Hutbesi’nin sonunda ashabına şöyle sordu:
“–Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar; ne diyeceksiniz?”
Bütün ashab-ı kiram;
“«–Allâh’ın elçiliğini îfâ ettin; vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun!» diye şahâdet ederiz!” dediler.
Bu şahadetin ardından Peygamber Efendimiz, dini tebliğ ettiğine dair;
“–Ashâbım! Tebliğ ettim mi?.. Tebliğ ettim mi?.. Tebliğ ettim mi?..” diyerek üç defa tasdik aldı.
Sonra da ellerini semaya kaldırarak Allah’ın şahadetini diledi:
“–Şâhit ol yâ Rab!.. Şâhit ol yâ Rab!.. Şâhit ol yâ Rab!..”
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bütün mahlukatın en üstünü bir kul, Allah’a en sevgili Rasûl olduğu halde, sürekli bu haşyetullah (Allah korkusu) içerisindeydi. “Ben acaba güzel bir kul olabildim mi?” endişesi içindeydi.